Wang: “Çin, stratejik ufkunu Avrupa’ya kadar genişletebilir”

2012 yılında Çin’in Devlet Başkanı’nın değişmesiyle birlikte, tüm gözler yeni hükümetin izleyeceği iç ve dış politikalara odaklandı. Yeni hükümet bir çok reformu başlatarak Çin’in politikalarında ciddi değişikliler yapacağı sinyalini verdi. Değişimlerin beklendiği bu alanlardan bir tanesi de yeni hükümetin dış politika stratejisi ve anlayışı oldu. Konu ile ilgili Çin akademi çevresince bir çok araştırma kaleme alındı. Bu konuda yapılan araştırmalar içerisinde en çok dikkat çeken konulardan birisi ise Wang Jisi’nın kaleme aldığı “Batıya Açılım” politikası oldu. 

Pekin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi Eski Dekanı olan ve 2012’de Foreign Policy Dergisi’nce “Dünyanın En Etkili 100 Düşünürü” arasında gösterilen  Prof. Wang’ın fikirleri yurt içi ve yurt dışı kamuoyunca çok tartışıldı. Biz de Çin’in dış politika stratejisini Güney Doğu Asya’dan ibaret olmasını bırakıp, Çin’in kendi sınırlarının batısında kalan Orta Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerine kaydırması gerektiğini savunan Wang ile bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Söyleşimizde Wang’ın fikirlerini anlamaya çalışırken, Türkiye’nin bu politikada yer eden önemini, konumunu ve Türk-Çin ilişkilerini değerlendirdik.

Size ait olan ‘Batıya Açılım’ stratejisinin ortaya çıkışında nasıl bir arka plandan söz edilebilir? Ve bu stratejiyi nasıl bir yapı üzerine şekillendirdiniz?

Ben esasen Amerika uzmanıyımdır. Doğu ve Güneydoğu Asya’ya, özellikle  de Japonya ve Güney Kore’ye olan merakım sonradan gelmiştir. Çin’in dünyada güçlü bir pozisyona gelmesiyle birlikte dünya görüşümüzde bazı değişme ve gelişmeler meydana geldi. Bu değişimin bende ortaya çıkmasında yurtdışı seyahatlerimin de büyük katkısı olmuştur. Örneğin, en son on sene önce Türkiye’de bulundum, aynı dönemde Mısır ve İran’a da seyahatler yaptım. Daha sonradan Katar, Pakistan, BAE ve Ürdün gibi birçok Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerine gittim. Ve oralarda fark ettim ki bu bölgede Çin’in ciddi şekilde önemi artıyorken biz (Çin) hala sadece Doğu Asya’ya kilitlenmiş durumdayız. 

Orta Doğu ve Orta Asya’nın dünya politik dengelerinde önemi malûm, fakat bizim özellikle bu konuyla ilgili ciddi çalışmalarımız ve önemi gittikçe artan bölgeyle ilgili herhangi bir politikamız yok. Bu durumu fark etmem ‘Batıya Açılım’ fikri adına benim için zemin oluşturmuştur. 

O dönem Çin’in yalnızca Amerika ve Doğu Asya’yı stratejik muhatap olarak görmesi açıkçası beni Çin’in gelecekteki rolü adına tatmin etmiyordu. Ayrıca Çin’in batıyla olan münasebetinde kendi batısından ibaret olan komşu ülkelerle ilişkiler kurması ve batınında batısına yani daha geniş ufuklara açılmaması benim için Çin adına bir talihsizlikti.

Ben şimdiye kadar Ningxia (Çin’in kuzeybatısında bulunan Müslüman otonom bölgesi) eyaletine daha hiç gitmedim. Fakat zannediyorum ki, bu bölgede üretilecek ürünler Japonya veya G. Kore gibi ülkeler yerine Müslüman coğrafyadaki ülkelere daha çok hitap edecektir. Tıpkı Guangxi eyaletinin doğudaki komşularımıza veya Yunnan’da ki ürünlerin Myanmar, Vietnam gibi güney sınırımızda bulunan ülkelere hitap etmesi gibi. Bu tarz verimli kaynak kullanımlarımız sayesinde uzun soluklu bir gelişmeden bahsedebiliriz. Bu fikir, mevzunun temelini oluşturmakta. Konunun Amerika ile ilgili tarafına gelecek olursak; ilgili makalemde de yazmış olduğum gibi, Orta Doğu ülkelerinde önemli bir ABD nüfuzundan bahsedilebilecek olsa da, Orta Asya için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Bunun yanında ABD dikkatini yakın zamanda Orta Doğu’dan Asya’ya çevirmiş durumda. Bu da bizim için bu iki bölgeyi giderek daha önemli hale getirecektir.

Gelecekte Çin’in yeraltı kaynaklarına olan talebinde Orta Doğu ülkelerine ihtiyaç duyulacağı muhakkak. Türkiye bölgede sizin en çok ilgi duyduğunuz aktör haliyle. Zaten bölge için dört veya beş ana aktörden bahsedebiliyoruz. Bunlar Türkiye, Mısır, İran, Suudî Arabistan ve İsrail denebilir. İsrail’in durumu diğerlerinden biraz farklı tabi, küçük bir ülke olmasına rağmen bölgeye etkisi çok büyük. Diğer ülkeler için, Suudi Arabistan yine önemli bir ülkedir. Ama bu önemi büyük oranda petrol ve doğalgaz kaynaklarından dolayı. Bunun yanında İran için de doğal kaynaklardan söz edilebilir. Ama İran’ın durumu hakkında sadece doğal kaynaklara dayalı bir ülke denemez. İslam felsefesi, kültürü, aynı zamanda Şii halkı ve geçmişten gelen büyük ülke olma psikolojisi bakımından İran fazlasıyla zengin bir ülke. Daha önce Suûdi Arabistan’da bulunmadım. Fakat zannediyorum bahsettiğim sebeplerden dolayı İran, Suûdi Arabistan’ın birkaç adım önüne geçebilir. Mısır hakkında düşüncem ise, bu kadar büyük bir gelişme potansiyeli olan bir ülke belli sebeplerden dolayı potansiyelinin gerisine düşmüş ve mücadeleden kopmuştur. Bu da Mısır’ı Suûdi Arabistan gibi Türkiye ve İran’ın birkaç adım gerisinde bırakıyor diyebiliriz. Bu görüşlerim yoruma açık tabi.

Türkiye’ye gelecek olursak, şüphesiz bölgede ki en önemli aktörlerden birisi konumunda. Atatürk inkılapları ve Batı’ya yönelmesi sayesinde büyük tecrübeler edinmiş. Ben Türkiye’ye gittiğimde insanların bir Asyalıdan çok bir Avrupalı gibi göründüğünü fark ettim. Mesela Türklerden duyduğum kadarıyla Türk mutfağı, Çin ve Fransız mutfağıyla birlikte dünyanın en büyük üç mutfağından biri olarak kabul ediliyormuş. Burada dikkatimi çeken bunun doğruluğu veya yanlışlığından çok, Türklerin dünyada kendilerine biçtikleri yüksek profilli bakış açısı. Bence insanların kendilerine nasıl baktıkları onları tanımak adına çok önemlidir. Bunun dışında tarih, kültür ve medeniyet olarak Osmanlı ve Bizans’ın varisi olan Türkiye, batıya açılım konusunda dikkat etmemiz gereken en önemli ülkelerden birisi.

‘Batıya Açılım’ stratejisinin ülke içi politikalarla ilişkisi nasıl görülmelidir? Makalenizde geçtiği üzere ‘Batıya Açılımın’ her şeyden önce ülke içi ekonomik durum adına yeni bir teşvik olması konusunda, stratejinin işlemesinin ekonomik reformlarla el ele yürümesi gerektiği yorumunu çıkarabilir miyiz?   

Kesinlikle ilişkili. Çin’in batısındaki veya Orta Doğu’daki ülkeler benim akademik sahama girmez. Fakat şunu herkes bilir ki, gerek tarihî arka plan, gerekse de diplomatik ilişkilerde Çin’in batısı ile olan münasebeti her zaman doğusuna göre daha iyi olmuştur. Şu anda mevcut olan sahil şeritlerimizdeki ve özellikle de güneydoğu bölgemizde denize sınırı olan şehirlerin gelişmişliği tamamen Afyon Savaşlarının ardından Avrupa ve Amerika’nın Çin’e doğudan giriş yapmış olmasının bir sonucudur. Ülkemizin (Çin’in) doğu ve batısında gelişmişlik ve refah açısından bu kadar büyük bir fark olması ve bu farkın giderek artması çok büyük bir sorun oluşturuyor. Bununla birlikte Çin, tarih boyunca deniz medeniyeti değil bir kara medeniyeti olmuştur. 

Bu yüzden bizlerin batıya açılmak suretiyle bir şekilde Asya ülkeleri ile olan ilişkilerimizi güçlendirmemiz gerekmektedir. Az önce de dediğim gibi, Ningxia’da, Sichuan’da veya Yunnan’daki üretilen malzemelerin doğu sahil şeridinden dünyaya pazarlanması mantıklı bir hamle değildir. Bu ancak doğu ve batı arasındaki  ekonomik farkı arttırır. Bu ürünlerin batıdan ihraç edilmesi hem biz hem de diğer Asya ülkeleri için daha kazançlı olacaktır.

Çin’in dış politika stratejisinde ilgi alanın kendi sınırlarının batısında kalan bölgeler yöneltmesiyle aslında doğu bölgesi yani Doğu Asya ve Güney Doğu Asya’daki uluslararası konumunu güçlendirme çabası olarak görülebilir mi? Yani bu şekilde Çin bölgede yaşadığı sıkıntılı ilişkilerde farklı diplomatik alanlar bularak aslında bölge sorununu çözmede zaman kazanmaya çalışıyor diyebilir miyiz?

Evet diyebiliriz. Aslında böylesine bir stratejik planlama ile biz bölgedeki askeri ve stratejik baskımızı azaltabiliriz. En önemli sebeplerden birisi makalemde de ifade ettiğim gibi Çin bir merkez ülke aslında, oldukça avantajlı bir konumda bulunuyor. Eğer ilgi alanlarımızı hep Japonya, Kore ve ABD gibi ülkerlere yöneltirsek gücümüzü sınırlamış oluruz. 

Batı bölgesinde o kadar büyük bir pazar potansiyeli varken neden bu potansiyeli kullanmayalım? Buradan hareketle Avrupa’nın içlerine kadar stratejik ufkumuzu genişletebiliriz.

Çin’i Doğu Asya ülkesi olarak görürsek bu sadece 80-90 yıllık bir tanım olur, yüz yıla bile ulaşmaz. Ama eğer binlerce yıllık tarihiyle bakacak olursak Çin’in kendi sınırları batısında kalan ülkelerle çok sıkı ilişkileri olmuştur. 

Zaten makalemde ‘tekrar denge’ terimini kullandım. Aslında öncede bu bölgeyle olan ilişkilerimiz gayet dengeli idi, sonradan bu denge giderek bozuldu. Şimdi tekrar kara ve deniz ülkesi olarak o tarihi dengeyi yakalamalıyız. Son zamanlarda Çin’in deniz ülkesi olduğu yönünde bir çok konu ele alınıyor ve deniz stratejisinin önemine bilhassa vurgu yapılıyor. Deniz stratejisinin Çin için önemsiz olduğunu söylemiyorum fakat Çin tarih boyunca klasik bir kara devleti olmuştur. 

Tarihte Çin’i Avrupa’ya uzanan batı bölgesinde kısıtlayan bir çok olumsuz şartlar vardı. Fakat küreselleşmenin günümüzde getirdiği kolaylıklar artık o olumsuz şartları ortadan kaldırdı. Artık bu bölgeye ulaşmada lojistik ya da teknolojik olarak daha iyi imkanlarımız var. Neden batıya açılım olduğunu ya da bunun bir stratejik zaman kazanma olduğunu bir şu açıdan ifade edebilirim. Çin’in doğuda hareket alanı artık çok kısıtlı bir hal aldı. Japonya, ABD ve bu iki ülkenin oluşturduğu ittifaklar Çin’in doğuda gelişmesini kısıtlıyor. Batı coğrafyasında ise belki Rusya, terörizm ya da ayrılıkçı gibi tehlikeler var. Ama başka bir vesile ile ifade ettiğim gibi Doğuda ki problem ülkeler arasında iken Batıdaki problemler daha çok kendi toplumları içindeki problemler. Belki biz bu ülkelerin kendi sorunlarını yönetmede elde ettikleri tecrübelerden yararlanabiliriz. Çin içerisinde de bir çok etnik ırk ve Müslüman kesim var. 

Batu coğrafyasındaki ülkelerden kendi içimizdeki bu toplumlara nasıl bir yönetim biçimi sunacağımıza yönelik fikirler elde edebiliriz. O zaman Batı’ya açılımın Çin için anlamı daha da büyümüş olur. Bizim halen İslam’a ve Müslümanlara karşı büyük ön yargılarımızın olduğunu düşünüyorum. Örneğin Türkiye’nin tecrübeleri gerçekten çok özel değeri olan tecrübeler. Türkiye’deki sistem tamamıyla din ve devlet işlerini birbirinden ayırıyor. Bu sistemle Müslüman olan halk nasıl yönetiliyor? Bunlar belki bizim öğrenmemiz gereken tecrübeler.

Bahsettiğiniz ‘Batıya Açılım’ projesi adı altında Çin’in Orta Asya ve Kuzey Afrika bölgeleriyle ekonomik ilişkiler in gelişmesinin yanı sıra belli bir seviyede diplomatik ilişkilerin gelişmesi sağlanmıştır. Peki Orta Doğu gibi, bir taraftan ABD, Avrupa Birliği ülkeleri ve Rusya’nın, diğer taraftan da Türkiye ve İran gibi bölge aktörlerinin çok aktif şekilde siyaset yürüttüğü böyle bir alanda Çin’in bölgeye girmeye çalışmasına nasıl bakılacaktır. Çin’in çokça vurguladığı ‘Yenilikçi Tanışma’ politikasını açıklayabilir misiniz?

Bence böyle bir tanışma bir kaç on yılı isteyen bir süreçtir. Çünkü Çin’in bölge ülkelerini tanıyabilmesi için bu süreye ihtiyacı olacaktır. Mesela Çin, geçmişte ABD’yi neredeyse hiç tanımıyordu diyebiliriz. Tanışma süreci 1972 yılı ABD Başkanı Nixon’un Çin’e gelişi ile başlamıştır. Bu da nerden bakılsa 40 senenin üzerinde bir süreç demektir. Tıpkı bunun gibi Çin’in bölgeyi daha iyi tanıması 30 veya 40 senelik bir süreç ister. Dolayısıyla benim ‘Yenilikçi Tanışmadan’ anladığım kısa vadede ulaşılabilecek bir hedef değildir. Gerek yenilikçi olsun gerek başka bir tanışma şekli, önemli olan bölge insanı ile daha iyi ilişkiler kurabilmektir. Bu da ancak ticari ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve ayrıca bunun sayesinde sivil toplum kuruluşlarının beraber oluşturduğu bağlar ile mümkün olacaktır. 

Çin’in şu anda bölge ülkeleri ile olan mevcut ilişkileri çok büyük oranda devletlerarası ilişkiler boyutunun dışına çıkamamaktadır. Bizim ise yapmamız gereken sivil toplum ile, vatandaş ile veya dini organizasyonlar ile daha çok iletişime geçmek olmalıdır. Bu konuda çok yetersiz kalıyoruz. Bu konuyu çözmek için muhatabımızı tanımakla işe başlamalıyız. 

Bunu da bölgeye yapılacak yatırımlarla, iş anlaşmalarıyla, göndereceğimiz Çinli öğrencilerle veya sizlerde olduğu gibi misafir edeceğimiz yabancı öğrencilerle sağlayabiliriz. 

Mesela Türkiye’nin Avrupa veya ABD ile olan ilişkilerini ele alacak olursak; en az yüz elli senelik içli dışlı bir ekonomik ve sosyal yapı karşımıza çıkar. Bizim bu yüz elli seneyi yakalamamız en azından elli senelik bir süreç ister. Böyle bir süreç olmadan biz sizinle tanışmak istiyoruz veya sizinle beraber iş yapmak istiyoruz diye ortaya çıkmak yeterince hüsn-ü kabul görmeyecektir. 

Bir diğer mühim nokta ise; örneğin Türkiye gibi bir ülkede vatandaşların birçok farklı şekilde başka kültür ve ülkelerle ciddi münasebeti mevcuttur. Gerek dil, din ve tarih gerekse de yabancı eşlerle evlenip aile kurma yollarıyla olsun başka kültür ve toplumlarla sosyal olarak karşılıklı bir iç içe geçme durumundan bahsedilebilir. Fakat Çinliler bu konuda çok zayıf kalmışlardır. Çinli, tarih boyunca Çinli olarak kalmıştır. Bu konuda da uzun vadede ilişkilerin geliştirilmesi bizim için büyük önem taşır.

Ortaya atmış olduğunuz düşüncenin dönemin hükümetinin 2000’li yıllarda yayınladığı ‘Batı Bölgesi Büyük Kalkınma Planı’ndan farkı nedir? Genel olarak baktığımızda hükümetin ülke sınırları içerisindeki Batı bölgesini kastettiğini görsek de sizin düşüncelerinizle aynı doğrultuda olduğu yorumu yapabiliriz. Sizin ‘Batıya Açılım’ kurgulamanız Batı Bölgesi Büyük Kalkınma Planı’nın tekrar yorumu mu? Ya da bu planlamanın eksik gördüğünüz yanlarına atfen yaptığınız bir çalışma mı?

Aslında ben “Batıya Açılım” fikrini ortaya attıktan sonra herkes hükümetin başlattığı programı tekrar gözden geçirmeye başladı. Ben de konu ile ilgili bir çok okuma yaptım. Düşünüyorum da dünya bu kadar büyükken neden sadece kendi ülkemizin batısına sınırlandıralım kendimizi? 

Aslında Batı Bölgesi Büyük Kalkınma Planı’na baktığınızda bir çok eyalet gerçek manada batıda yer almıyor bile, örneğin İç Moğalistan aslında Çin’in kuzeydoğusunda kalan bir eyalet, ya da Guangxi Çin’in daha çok güneyinde kalan bir eyalet.  Bahsettiğim eyaletlerin ortak özelliği ise ekonomik yönden fakir olmaları ve kalkınma planından maddi destek sağlama amaçlarının olduğunu söyleyebiliriz.Dolayısıyla kalkınma planı ve benim düşüncelerim arasında bir neden sonuç ilişkisi mevcut değil. Benim düşündüklerimde aslında ikisi de mevcut. Eksik noktalara gelince, bence biz halen Batı’da kalan ülkeleri tanımıyoruz. Örneğin Çin’de kaç kişi Hintçe biliyor? Ya da kaç kişi Almanca, Türkçe biliyor? Herkes İngilizce öğrenmek istiyor, oysa  daha fazla insan bu bölge ülkelerinin dilini,tarihini, kültürünü iyice öğrenmeli.

Birçok politika ve strateji uzmanının da belirttiği gibi Türkiye jeopolitik açıdan çok değerli bir ülke. Geçmişte veya günümüzde bölgeyle alakalı stratejik adımlar için Türkiye vazgeçilmez bir aktör pozisyonunda. Sizin bu konuda Türkiye’ye bakışınız nasıl? Özellikle ‘Batıya Açılım’ projesinde Türkiye’nin yeri nedir?

Bence Çin’in ‘Zhong Guo中国’ (Çince’de merkez ülke manasına gelen ve Çin’i temsil eden bir kelime) olması gibi, Türkiye’de bir ‘Zhong Guo’dur (merkez ülkedir). Hatta Türkiye buna daha iyi bir misaldir. Çünkü Türkiye, Avrasya’nın tam ortasında, denizlerle çevrili, kültürü zengin ve İslam medeniyetiyle olduğu gibi başka medeniyetlerle de alakalı bir ülke. Hem kara hem de  deniz ülkesi. İran’a bakacak olursak belli bir miktar deniz var diyebiliriz fakat Türkiye’de olduğu gibi bir durumdan söz edemiyoruz. Bunun dışında Irak ve Suûdi Arabistan’da yine bunun gibi bir doğal zenginlik bulunmuyor. Sonuçta Türkiye, nüfus, doğal zenginlikler ve kültürel ilişkiler gibi konularda çok önemli bir yere sahip.

Peki Türkiye’nin bahsettiğiniz coğrafî ve politik  özelliklerini düşünecek olursak; Çin’in ‘Batıya Açılım’ stratejisinde Türkiye’nin rolü ne olacaktır? Bölgedeki diğer ülkelerle, özellikle doğusundaki İran ile kıyaslayacak olursak gelecekte Çin-Türkiye ilişkileri adına ne söyleyebiliriz?

Çin’in halihazırda İran’la olan iyi ilişkilerinde birçok sebep var. Belki de en önemlileri İran’ın petrol ve doğalgaz zengini bir ülke olmasıdır. Bu konuda Türkiye, tıpkı Çin gibi doğal kaynakları üzerinden gelirini temin eden değil, çalışkanlığı ve üretimi ile ekonomisini geliştiren bir ülke. Bu açıdan Türkiye, Çin’in daha çok önem vermesi gereken bir ülke. Fakat samimiyetle ifade edecek olursak, göz önünde bulundurmamız gereken başka konular söz konusu: Birincisi, dediğim gibi Türkiye çok önemli bir ülke, ama diğer yandan İran, İsrail, Suudî Arabistan ve Mısır gibi ülkeler de aynı derecede öneme haiz. Bunun yanında Türkiye önemli bir NATO üyesi, bu konu çok hassas bir konu. Çünkü Türkiye’nin ABD ile ilişkileri çok ileri seviyede ve gelecekte olabilecek herhangi bir Türk-Çin askeri ilişkileri gelişimi Avrupa ve ABD’yi çok endişelendirecek bir meseleye dönüşebilir. Bu tip meselelerin çok dikkatli değerlendirilmesi gereklidir. Bu ve benzeri sebeplerle Türk-Çin ilişkilerinde geleceğe matuf önemli adımların atılması şart. Umarım ki önümüzdeki süreçte sorunlarımızın üstesinden gelerek birlikte ortak stratejiler geliştirir ve iki ülkenin politik, ekonomik ve sosyal alanda daha güçlü ilişkiler elde etmesini sağlayabiliriz.

Türkiye’nin dış politika stratejisinden yola çıkarak Türk-Çin ilişkileri adına ne söyleyebilirsiniz? Türkiye’nin son yıllarda kendi sınırları doğusunda kalan bölgelere yaptığı açılımlar, sizin batıya açılım adıyla sunduğunuz dış politika stratejisiyle örtüşüyor mu? İki ülke arasında bir çok ortak noktanın olması Türkiye ve Çin’i doğal olarak stratejik ortak ilişkisine yöneltir mi?

Türkiye büyümekte olan bir ülke, tıpkı Çin’in büyüdüğü gibi. Bu yüzden iki ülke de hâlen gelişmekte olan ülkeler sıralamasında yer alıyor. Dolayısıyla ikili ilişkilerin gelişmesi adına çok büyük potansiyeller var. Çin’in dış politikası Türkiye’nin kendi bölgesinde yürüttüğü dış politika gibi aktif olamaz. Çin halen içine kapanık bir ülke, daha doğrusu kendi içerisinde meşguliyeti oldukça fazla olan bir ülke, dolayısıyla Çin dış dünyada yaşanan sorunlara mümkün olduğunca müdahil olmamaya çalışıyor. Daha doğrusu Çin daha pasif yöntemleri tercih ediyor. Diyebiliriz ki Çin daha çok “Dış dünyadaki problemlerin benimle ilgisi yok, dolayısıyla beni ilgilendirmez” tavrı ile hareket ediyor. ABD nerede bir şeye müdahele etse Çin ABD’yi izliyor, eğer müdahalesi yeterli olmazsa oraya karışıklık getirdiğini düşünüyor. Sonuç olarak Çin komuşu ya da bölge ülklerindeki problem ya da konulara ilgili ve tepkili olamıyor. Çin daha çok beklemeyi tercih ediyor. Örneğin herhangi bir sorunda önce ABD’nin sonra Rusya ve Avrupa’nın ne dediğine bakıyor, daha sonra bir karşılık veriyoruz. Mevcut olan anlayışımız ise şu şekilde: Rusya’ya yakın olmamalıyız ama ABD’ye de kesin bir şekilde karşı olmamalıyız. Başka bir bakış açısıyla söyleyecek olursak, ABD’yi çok önemsiyor ve onun tepkilerine göre kendi tavrımızı belirliyoruz. Bu bizim aşmamız gereken bir durum. Ortadoğu ya da diğer bölgelerdeki sorunlarda kendi çıkarlarımız açısından değil de büyük ülke ile ilişkilerimiz açısından tavır belirliyoruz. Bence Çin olarak kendi duruşumuzu sergilemeliyiz.

Türkiye ile olan ilişkilerimize gelince, Çin, Türkiye ile ticari ilişkilerin dışında bir şeyler yapmalı. Örneğin Türkiye’nin güvenlik alanındaki ihtiyaçları ve bunun Çin ile olan ilişkileri olabilir. Bunu çok basitçe izah edemem. Ama her ülke için kendi güvenliği her şeyin önünde gelir. Dolayısıyla Çin Türkiye’nin güvenlik  konusundaki kaygı ve ilgi alanlarını iyi anlarsa ikili ilişkiler adına bu konu anahtar bir rol oynar.