Yazar: Süleyman el Tacir
Çeviri: Ramazan Şeşen
Kategori: Seyahatname
Sayfa: 104
Yayın tarihi: Eylül 2012
Yayınevi: Yeditepe Yayınevi
Eser hakkında
“Doğunun Kalbine Seyahat”, Arap edebiyatının en eski seyahatnamesi olan Süleyman el-Tâcir’in hatıralarına Yezid el-Sîrâfî’nin ilaveleri ile Mesûdî’nin Müruc ez-Zeheb (Altın Bozkırlar) adlı eserinden seçmelerden oluşmaktadır. Kitabımız 3 bölümden oluşmaktadır.
1.bölümde yazar Süleyman el-Tâcir 852 yılında Çin ve Hind ülkelerine, yolculuk yapmış ve hatıralarını Ahbar el-Sîn ve’l-Hind (Çin ve Hind Haberleri) adlı eserinde kaleme almıştır. Çevirmenimiz bu hatıralarının önemli ve ilginç bölümlerini birinci kısımda okuyucuya aktarmıştır.
2.bölümde ise bu hatıra kitabının kısa bir süre sonra Yezid el-Sîrâfî’ nin eline geçmesinin ardından onun çeşitli denizci ve gezginlerden Çin ve Hind ülkeleri ve deniz yolları hakkında topladığı bilgilerin de Süleyman el-Tâcir’in eserine zeylleri (ilaveleri) bulunmaktadır.
3.bölümde büyük tarihçi ve gezgin Mesûdî de Hind Okyanusu, Akdeniz ve Hazar Denizi’nde çeşitli denizcilerle yaptığı seyahatleri kaleme almış ve eserinde Süleyman el-Tâcir ile Yezid el-Sîrâfî’nin yazdıklarından faydalanmıştır.
Her üç yazar eserlerinde Çin, Hind, Hind-Çini ülkeleri, Doğu Afrika halkları, idareleri, dinleri, oralarda üretilen, ticareti yapılan değerli mallar, denizlerin durumu, uzaklığı ve diğer yollar hakkında bilgi vermektedir. Bu bilgiler Müslümanların o bölgeler hakkında edindikleri en eski bilgilerdir. Çoğu gözleme dayanmaktadır ve bir çok seyahatnamede olduğu gibi zaman zaman olağanüstü rivayetlere de rastlanmaktadır.
Eser’den İlginç notlar ve alıntılar
Çin Halkının Adetleri
Çinlilerden biri ölünce onu bir yıl geçtikten sonra aynı günde gömerler, ölünce cesedini bir tabuta koyarlar, üzerini kireçle kaplarlar, bu şekilde evde tutarlar. Suyu çekilir. Hükümdarlar ise buza ve kafura konulur. Ölüleri için üç yıl ağlarlar. Ağlamayana, kadın olsun erkek olsun, ağaç sopa ile vururlar. Ona ‘’Öldüğüne üzülmedim derler’’. Ölüyü Araplar gibi mezara gömerler. Bu arada yemeğini de eksik etmezler. Onun yiyip içtiklerine inanırlar. Ölü evde kaldığı müddetçe ağlamaya ve yemek vermeye devam ederler. Ölüler için yaptıkları harcamalar sebebiyle fakir düşerler. Paraları, tarlaları, neleri varsa onun için harcarlar. Daha önceleri hükümdarları sahip olduğu mal, elbise, kemerlerle gömerlerdi. Kemerleri çok pahalıdır, şimdi bu adeti terk ettiler. Zira ölülerden bazılarını mezarları soyuldu.
Syf 28
Kumar Hükümdarı ile Zabic Mihrac’ının Hikayesi
Eskilerden beri anlatılan şeylerden biri de Kumar hükümdarı hikayesidir. Kumar bir ada olmayıp Arap diyarından sonra gelen bir ülkedir. Oradan Kumar denen Öd ağaçları getirilir. Bu ülke halkı içkiyi, kumarı, zinayı hep haram sayar. Burası Mihrac’ın ülkesi olan Zabic Adası’nın hizasındadır. Rivayete göre Zabic hükümdarı eskiden Kumar hükümdarını tahta çıkarmış. Bahsedilen Kumar hükümdarı genç ve mütehevvirmiş. Bir gün veziriyle birlikte iken Mihrac’ın memleketinin büyüklüğünden ülkesinin mamurluğundan, idaresi altındaki adalardan söz edince, vezirine ‘’Benim bir arzum var demiş onu elde etmek istiyorum demiş ’’ demiş. Vezir de ona isteğini sormuş. Hükümdar ‘’Zabic Hükümdarı Mihrac’ın başının bir tas içinde önüme konulmasını istiyorum’’ demiş. Vezir Bu düşüncedeki hasedi anlamış ve ona ‘’Ey hükümdar bu düşüncenizi doğru bulmuyorum. Bizimle onlar arasında bir şey olmadı. Kötü söz sarf edilmedi. Onlardan kötülük görmedik. Bize komşu adada oturuyorlar ülkemizi almak istemiyorlar demiş’’. Hükümdar kızmış dinlememiş. Bu durum kulaktan kulağa geçerek Mihrac’a ulaşmış. Mihrac da vezirini çağırıp sormuş. Veziri de ‘’Bu cahilin düşündüklerine, genç ve tecrübesizliği sebebiyle söylediklerine, sözlerinin etrafa yayılmasına sessiz kalamayız, yaptığı ülkeyi zayıf ve itibarsız düşürür’’demiş. İkisi arasında konuşulanların gizli kalmasını orta hacimli gemilerle bin gemi hazırlanmasını silah ve savaşların techiz edilmesini emretmiş. Sonra ülkesindeki adamlara gezmeye çıkacakmış gibi yapmış. Kendine bağlı adaların hükümdarlarına yazmış onlar da hazırlık yapmış. Mihrac ve ordusu aniden Kumar hükümdarının başşehrine girmiş, şehri kuşatmış. Şehri ve sarayı ele geçirmiş ve tahta oturmuş. Kumar hükümdarını ve vezirini çağırmış ve ona ‘’ Düşündüğün şeye seni ne sevk etti ‘’ demiş. Kumar hükümdarı cevap verememiş. Sonra ona ‘’ Sen benim kafamı tasta önünde görmek istedin , ülkemi ele geçirmek ve fesad çıkarmak istedin. Ben bunların hepsini şimdi sana yapacağım demiş, ülkende hiçbir şeye el uzatmadan ülkeme döneceğim. Bu senden sonrakilere ders olsun, kimse haddini aşmasın, kendisine verilenle afiyetle yaşasın’’ demiş ve onun boynunu vurmuş. Sonra da vezire dönüp ‘’Sana iyilik yapacağım zira sen hükümdara doğru yolu gösterdin şimdi hükümdarlığa kim layık bak sen onu hükümdar yap’’ demiş’’. Ardından ülkesine dönmüş.
Zabic hükümdarı ülkesine dönünce tahtına oturmuş, göleti seyretmiş. Önüne içine Kumar hükümdarının başının bulunduğu tası koydurmuş ülkesinin ileri gelenleri gelmiş ve onlara durumu anlatmış ve onu mükafatlandırmışlar. Sonra o başını bir mahfaza içinde yeni hükümdara göndermiş ve ona ‘’ Efendine böyle davranmamızın sebebi bize karşı düşmanca davranmasıdır. Ona hak ettiği cezayı verdik. Başını sana iade ediyoruz, zira bununla övünmeyiz’’ diye mektup yazmış. Olay Hind, Çin hükümdarlarına ulaşınca, Mihrac onların özünde büyümüş. Bundan sonra Kumar hükümdarları her sabah kalkıp yüzlerini Zabic’e çevirip tazim için Mihrac’a secde ederlermiş.
Syf 51
Hindistan’da Yağmurlar
Hindistan’da yazın üç ay yağmurlar gece gündüz yağar. Havalar devamlı serindir. Halk daha önce azıkları hazırlar. Yağmurlar başlayınca eve otururlar. Evleri ahşaptır. Damları örtülmüş, otlarla kaplıdır. Yağmur mevsimde ancak çok önemli işler için evlerinden ayrılırlar. Sanatkarlar bu sırada mesleklerini yapmaya devam ederler bazen ayakları rutubetten kokar. Ama Hindliler bu yağmurlar sayesinde hayatlarını devam ettirirler. Zira onların ziraatı pirinç üzerinedir. Başka bir şey bilmezler. Sulamaya ve bakıma ihtiyaç duymazlar. Yağmurlar kesilince pirinç olgunlaşır, büyümüş olur. Kışın ise burada yağmur yağmaz.
Syf 62
Hindistan’a ait Diğer Bilgiler
Hindistan’da Bekriciyyin denen grup yaşar. Bunlar çıplak olup saçları vücutlarını, avret yerlerini örter. Tırnakları mızrak gibidir çünkü tırnaklarını kesmezler. Kırılan kısım kırılır. Bunlar gezgindirler. Her birinin boynunda iple asılı bir kafatası bulunur, çok acıktıklarında bir evin kapısınında dururlar. Ev sahibi onların gelişine sevinir, pişmiş pirinç verir. Pirinci boynuna asılı kafatasına koyarlar ve yerler. Doyunca çeker giderler. Sadece acıktıkları zaman tekrar gelirler.
Syf 63
İbn-i Vehb[1] ile Çin hükümdarı arasında geçen bir hikaye(870 yılında)
Çin hükümdarı şöyle devam etti ‘’Efendini yani Hz. Peygamberi görsen tanır mısın’’ dedi. Ben onu nasıl görebilirim o şimdi Allah’ın katında dedim. Hükümdar ‘’ Ben kendisini değil resmini kast ediyorum’’dedi, sonra bir sepet istedi, sepetten bir rule çıkarıldı. Tercümana ‘’Ona Efendisini göster’’ dedi. Bu rule peygamberlerin resimlerini gördüm salat ve selam getirmek için dudaklarımı oynattım, hükümdar onları tanıdığımı bilmiyordu. Tercümana ‘’niçin dudağını oynattı ona sor’’ dedi. Ben ‘’Peygamberlere salat ve selam getiriyorum’’ dedim. Bunun üzerine ‘’Onu nereden tanıyorsun’’dedi. Ben ‘’ Onun hakkında anlatılanlardan; işte Nuh, Allah suya emredip yeryüzünü suyla kaplayınca gemide yanında bulunanlarla kurtuluyor selamete eriyor’’ dedim. Güldü ve ‘’Nuh’un adını doğru söylüyorsun yeryüzünün sulara garp olmasına gelince bunu bilmiyoruz tufan yeryüzünün bir kısmını kapladı bize ve Hint ülkesine ulaşmadı’’ dedi. İbn vehb şöyle devam eder ‘’Ona cevap vermek delil getirmek istedim; işte Musa ve asası, Ben-i İsrail’’ dedim. Hükümdar ‘’Evet ülkesinin küçük olması kavminin ona karşı fesat çıkarmasına rağmen’’ dedi. Sonra ‘’İşte İsa eşek üzerinde etrafında havarileri’’ dedim. Hükümdar ‘’ Az bir müddet peygamberlik yaptı müddeti 30 aydan biraz fazladır’’ dedi. Diğer peygamberler hakkında bahsettiklerimizle yetindi. Sonra devamla ‘’Hz. Peygamber(sav) bir deve üzerine binmişti etrafında develere binmiş ashabı vardı, ayaklarında arap nalını bellerinde misvakları bulunuyordu, ağladım.’’ Bunun üzerine hükümdar tercümana ‘’ Ağlamasının sebebini sor’’ dedi. Ben ‘’Bu peygamberimiz, efendimiz, amcamızın oğlu’’ dedim. Hükümdar ‘’ Doğru söyledin. O ve kavmi en geniş ülkeye sahip oldu. Ancak bu geniş ülkeyi o göremedi. Ondan sonrakiler gördü’’. O rulede çok sayıda peygamberin resmini gördüm. Bazıları baş parmağı ile şehadet parmağını yan yana getirmiş eliyle işaret ediyordu. Sanki hakkı gösteriyordu. Kimisi ayaktaydı parmaklarıyla semaya doğru işaret ediyorlardı. Tercüman onların kendi peygamberleri ve Hintlerin peygamberleri olduğunu söyledi.
Syf 47
Sonuç
Müslümanların Çin, Hind, Hind-i Çini, Doğu Afrika ile ilgili en eski hatırları anlatan bu eser henüz ülkemizde yeterince iyi tanınmamaktadır. Çin ve Hind tarihine ilgisi olan okurların okuması gereken ilginç bilgilerle ve fantastik hikayelerle dolu sürükleyici bir eserdir.